10 Haziran 2009 Çarşamba

Washington'da gözü yaşlı siyahlar

Herkesin içine Obama'nın seçileceği doğmuş ki, ABD başkanlık seçimleri için basında en çok kullanılan klişe, 'tarihi' oldu. Biz de, bu tarihi anlara içeriden şahit olmak adına, soluğu yenidünyada aldık. Önce New York, ardından Washington DC.

New York, her zamanki deli enerjisiyle insanı yutuyor. Öyle ki, sokakta yakasında Obama rozetleri takanları görmemiş olsak, bu ülkede seçim meçim yok diyecektik. Bu arada, özellikle her iki şehirde de yakasında Obama rozeti taşıyan beyaz, entelektüel ve okumuş kesimden insanların sayısının çok olduğunu fark edenler, daha 48 saat öncesinden Obama'nın başkanlığını kutlamaya başlamıştı. Bir hafta boyunca turladığım sokaklarda neredeyse bir Allah'ın kulunun bile McCainci olmadığını görmemek şaşırtıcıydı. Gerçi her ne kadar her iki eyalet de demokrat partici olarak bilinse de, şifa niyetine de olsa bir iki McCainci olmaması kafa karıştırdı. Otobanlarda üzerlerinde McCain posterleri yapıştırılmış güney eyaletlerinin plakalarını taşıyan devasa otomobilleri görünce ikna oldum; Amerika'daydık…

Otomobil demişken, artan petrol fiyatları ve küresel kriz, Amerikalıların, "Büyük olsun, bizden olsun!" mantığını yıkmış. Özellikle Japon menşeli küçük arabaların giderek artan sayısı, manda kasa, benzin canavarı Amerikan modellerine kafa tutuyor. Zaten dev Amerikan otomobil şirketlerinin iflasın eşiğinde dolaşmaları, sokaklardaki resmi doğrulamakta. Amerikalılar da bu enerji bağımlılığının başlarına bela olmuş olduğunu fark etmiş olmalı ki, konforlarından vazgeçip, alternatif enerji kaynakları konusunda ciddi olarak kafa yoran Obama'ya başkanlığı vermeye razı oldular. Şüphesiz ki Beyaz Saray'ın yeni patronunun en dikkatle izlenecek icraat alanlarından biri de, enerji meselesi olacak. Dediği gibi alternatif kaynakları, etkin bir şekilde kullanıma sokup, mevcut petrol tabanlı sanayi ve uluslar arası ilişkiler altyapısına çomak sokabilirse, çok şenlikli günlere gebeyiz demektir.

Sokaktaki insan Obama'yı nasıl görüyor derseniz eğer, çoğunluğun kanaatinin "Valla bu Bush'tan daha kötüsü gelemez, o yüzden ümitliyiz" şeklinde olduğunu söyleyebilirim. Beyazların beklentisine, siyahların gururunu da ekleyebiliriz. Bir siyahın Amerika Başkanı seçilmesini TV ekranlarında göz yaşlarını tutamayarak karşılayan eski dışişleri bakanlarından 'Cumhuriyetçi' Colin Powell, ünlü şovmen Oprah Winfrey, aksiyon yıldızı Will Smith ve diğerlerini görünce, sokaktaki gözü yaşlı siyahları görmek, olağan geliyor. Özellikle seçimin ertesi sabahı Washington sokaklarını gururlu adımlarla çalım satarak turlayan siyah Amerikalıları görmek, seyahatimizin tüm yorgunluğunu alıp götürdü itiraf etmek gerekirse.

Şimdi herkes Obama'nın seçim sloganı olan 'değişim'in içini doldurmasını bekliyor. Mesele, sloganın kendisi değil; neyi, nasıl değiştirebileceği. Dünyayı Amerika'dan ibaret görmeyen ki bunların sayısı gerçekten azdır (kimi güney eyaletlerinde yaşayanlar için New York'a gelmek, bizim İstanbul'dan kalkıp Amerika'ya gelmemizle eşdeğerdir, emin olabilirsiniz! Gerçi batısından doğusuna uçakla beş saatte gidilen bir ülke için pek de şaşırtıcı olmasa gerek ya), Amerikalıların beklentisi, Obama'nın Amerika'dan kaynaklanan küresel mali ve siyasi krizlere merhem olması, Irak ve Afganistan'daki anlamsız savaşlara son verilmesi. Diğer büyük çoğunluğunsa önceliği, önce kendi ceplerini vuran krize çare bulunması, gerisi Allah kerim, nerede hangi bomba patlamış, pek oralı değiller. Yolu Amerika'ya düşenler fark etmiştir. Sokaklarda, iki ayrı ülkede savaşan askerleri olan bir millete dair belirtiler göremezsiniz. Türkiye'de olduğu gibi şehit cenazelerinin yarattığı türden bir duygusal elektriklenme, milli birlik ve beraberlik havası, Amerikan hava sahasına girmez bile…

Şimdiden Amerikan basını, 'Obama: Bir parça martin Luther, bir tutam Kennedy, iki ölçek de Clinton' klişelerinden geçilmiyor. Ama bu sıfatın altını doldurması, hiç de kolay olmayacak. Özellikle 3 ay kadar önce Obama'nın New York'taki Yahudi lobisi önünde yaptığı konuşmayı izleyip, Bush'tan bile daha sert cümlelerle İran'a verip veriştirdiğini gördüğümden bu yana, bu 'değişim' meselesi konusunda kafam karışık. Dileriz değişim, sadece, bağıran çağıran ve sopayla milleti korkutan bir beyazın yerine siyahın gelmesiyle sınırlı kalmaz. Zira dünya, gerçekten söylediği lafın ardında durup, adaleti kıble yapacak bir lidere hasret; siyah, beyaz ya da kırmızı, fark etmez…

12 Kasım 2008, Çarşamba, Zaman Avrupa

Yazının orijinal linki için tıklayınız.

Bir önceki menüye dönmek için tıklayınız.

Ana menüye dönmek için tıklayınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder