21 Haziran 2009 Pazar

’Tüm dünya bizi konuşuyor’… Bak sen?

Ne zamanki Türkiye ile ilgili olumlu ya da olumsuz bir gelişme oldu diyelim, şak, Türk basının klişeleri devreye girer: Tüm dünya bizi konuşuyor! Hadi oradan, tüm dünya bizi konuşuyormuş! “At mardini debreli Hasan dağlar inlesin” derler ya, at manşeti Türk basını, memleket gaza gelsin, denir bu kafaya.
Şimdi malum Türkiye’de kıyamet kopuyor. Hükümet, MHP’nin de ön ayak olması ile, yıllardır bir takım çevrelerin paşa gönlü olacak da mutabakata yanaşacaklar diye, onca insanın gözyaşına rağmen görmezden gelinmeye çalışılan başörtüsü sorununu çözme yolunda somut bir adım attı ya; eteklerdeki taşlar dökülmeye başladı. Ne kaos tellallığı ne darbe davetkarlığı kaldı. Ajitasyonunun bini bir para, yetişen alıyor vatandaş. Yine de buraya kadar normal; sonuçta, dünyayı kendisinden ibaret gören, çağdaşlığı, batının üretim ve fikir normlarında değil, ‘markalarında’ arayan kafanın çıkardığı seslere şerbetliyiz yıllardır. Ama bunu yaparken, hem dış basını yardıma çağırıp, hem de yazılanları çarpıtırsan, adama ‘hop birader ne oluyor’ derler.
Diyeceğiz de. Şimdi gelelim şu ‘Tüm dünya Türkiye’yi konuşuyor’ palavrasına. Efendiler, iki dakika delikanlı olalım. Kimsenin Türkiye’yi konuştuğu falan yok. Konuşanlar ya ilgili ülkelerin Türkiye masasına bakan diplomatları ya da medyasında Türkiye’yi yazan isimleridir. Yoksa ne işinden gücünden yorgun gelen fabrika işçisi Hans’ın, ne spor salonundan ter içinde kendini evine atan Petra’nın ne de şarap ve peynir almak için hangi markayı tercih edeceğini düşünen Pierre’in umrundadır, Türkiye’nin başındaki örtü. O yüzden, dış basında çıkan iki makaleyi sopa gibi kullanıp, Türkiye’deki halk iradesini dövmek gibi ucuzlukları bir kenara bırakın. Hadi bunu yapamıyorsunuz, en azından dış basında Türkiye üzerine kalem oynatan her adama ‘allemei cihan’ muamelesi yapmayın. İşinin hakkını verenler bir yana, bu isimlerin büyük bir kısmı, yaşayan Türkiye’yi değil, ya kendi kafalarında yaşattıkları Türkiye’yi ya da Türkiye’de yakın ilişki içinde oldukları ‘Çin malı Batıcıların’ kendilerine empoze ettikleri korkuları kaleme dolarlar. Bunları okusan sanırsın ki, ‘Humeyni ölmedi, Ankara’da yaşıyor, Türkiye’de İslamcılar kıtır kıtır laik kesiyor, başörtülüler başı açıklara kafa göz demeden girişiyor...’ Daha da trajik olanı, kendi pompaladıkları korkuları abartılı şekilde batıya aktaran gazetecilerin yazdıklarını, bu kez kendi korkularını haklı çıkarmak için tekrar Türk okuyucuya satmaları. Güler misin ağlar mısın, kafana göre takıl vatandaş ama, Anadolu’da bu durum için şöyle bir laf vardır: “Aşağı mahallede söylediğim yalana, yukarı mahallede kendim de inandım”
Mevzunun dibini yandırmadan özetleyelim.
1. Hiçbir yabancı gazeteci, (saplantılı olanları bir kenara bırakalım) ne kadar uzman olursa olsun, Türkiye’yi bir Türk kadar içeriden okuyamaz. Şıracılığınıza bozacı şahit aramayın.
2. Türkiye’ye en az 10 km yarıçapında meteor düşmediği sürece, tüm dünya Türkiye’yi konuşmaz, yemeyin bizi. 1994’te Ruanda’da Tutularla Hutsiler birbirini kesti satırlarla, 1 ayda 1 milyon kişi öldü yahu. Hangimizin umurunda oldu?
3. Mesleki çapsızlığınızı gizlemek ya da korkularınızı onaylatmak için dışarıdan araklama Türkiye analizi yapacağınıza, siz yapın, elin oğlu sizin analizinizi manşetine çeksin. Yok, “Abi bu işler bizi aşar” diyorsanız, o zaman da gidin kumda oynayın kardeşim.

15 Şubat 2008, Cuma, Zaman Avrupa

Yazının orijinal linki için tıklayınız
Bir önceki menüye dönmek için tıklayınız
Ana menüye dönmek için tıklayınız

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder