16 Haziran 2009 Salı

Şakira: “Kültürler arası köprü olmak istiyorum!”

“Vatanseverim ama kesinlikle milliyetçi değilim. Hatta milliyetçiliğin bir hastalık olduğunu düşünüyorum! Sürekli dünyayı geziyor, farklı kültürleri, insanları tanıyorum. Bunların hepsi beni zenginleştiriyor. Aynı zamanda Lübnanlı geçmişimle de gurur duyuyorum...”


Ali Çimen

Önce Latin Amerika’da patladı. Bu patlama kendini kesmemiş olacak ki, iki yıl gibi kısa zamanda İngilizceyi, şarkı sözü yazacak ve söyleyecek derecede kavrayarak 2001’de çıkardığı ‘Whenever, Wherever’ isimli single ile (magazinci ağzıyla söylersek) ‘gündeme bomba gibi düştü.’ Ve bir gecede, İngilizce konuşulan dünyada da starlığa ulaştı. Tüm dünyada olduğu gibi, rüzgârının oluşturduğu dalgalar Türk sahillerine vurmakta gecikmedi. Haliyle yazdığı tutkulu şarkı sözlerinden ya da etkileyici yorumundan ziyade daha çok göbek atışı ve egzotik dansları ile gündeme geldi. Kendisinin deyimiyle bunlar da ruhunun bir parçası idi. Kaldı ki bir Latin olarak, kimse kendisinden hareket etmemesini de bekleyemezdi. Bu arada, iyi hoş da, ‘kimden bahsediyorsunuz?’ diyenleri duyar gibiyiz. Efendim misafirimiz pop âleminin en parlak yıldızlarından Şakira. Tam adı ile Şakira İzabel Mübarek Ripoll.
Zaman olarak Miami’de Şakira’nın konuğu olduk. Hem Türkiye’den geliyor oluşumuz hem de uzun zaman öncesinden yaptığımız yazışmalar sonucu gazete olarak bıraktığımız izlenim, ayrıcalıklı muameleye tabi tutulmamızda etkili oldu. Birçok Amerikalı meslektaşımız kapıdan dönerken, Zaman olarak yemeli içmeli bir şekilde ağırlanmış olmamız hoştu.
Gelelim Şakira’ya: Kendisi bile başlı başına pop dünyasının ne kadar sanal ve kozmetik olduğunun delili. Biz karşımızda, ambalajlı hali ile sunulmasına alıştığımız bir şarkıcı beklerken, çıtı pıtı, ağırbaşlı ve oldukça da derin düşünceli, kendi halinde bir Latin kızı ile karşılaştık. Öyle ki, röportaj anına kadar, kulisinde birkaç kez gülümseyerek selamlaşmamıza rağmen, bizi tanıştırdıkları ana kadar, Şakira ile çoktan tanışmış olduğumuzu fark edemedim! Pop dünyası işte… Bu arada, koruması olduğunu iddia ederek benimle neredeyse 2 saate yakın gazetemiz, pop dünyası ve ünlüler hakkında sohbet eden kişinin sonradan Şakira’nın ağabeyi çıkması ise bir başka güzellikti! Sözü uzatmayalım. Zaman, dünya starı Şakira ile ‘müziği’ az ‘felsefesi’ çok bir röportaj yaptı…

Neden son albümünüzün kapağında bir bebeği kucaklıyorsunuz. Bu kapağı seçmenizde ne etkili oldu?
Anne kucağı, hayatı keşfetmeye başladığımız ilk yer olduğu için seçtim. Belki de anne ile çocukları arasındaki o sarsılmaz bağa, karşılıksız sevgiye işaret etmek istedim. Hepimizin istediği de bu türden bir sevgi değil mi? Beğendiniz mi?

Dinleyicileriniz beğeniyor olmalı ki Miami’de bir Türk gazetecisi olarak sizinle röportaj yapıyorum (gülüyoruz). 2001’de İngiliz Observer gazetesine verdiğiniz bir demeçte kendinizi antropolog gibi hissettiğinizi, müziğinizle kültürler arasındaki boşluğu kapatmaya çalıştığınız mesajını vermişsiniz. 2005’teyiz. Antropolojik misyonunuz devam ediyor mu?
Gayet iyi gidiyor (gülüyor). Malum sıklıkla söylendiği gibi artık küreselleşmenin etkisindeyiz. Dünya üzerindeki herkes birbiri ile bir şekilde bağlı. Ben de diyalogun önemli olduğu bu dünyada bir şekilde müziğimle bağları daha da güçlendirmeyi hedefliyorum. Sözgelimi İspanyolca bilmeyen ülkelerde verdiğim konserlerde söylediğim şarkılarla bir şekilde Latin kültürüne ilgi uyandırmaya çalışıyorum. Bu kültürel iletişimi çok önemsediğimi ifade etmeliyim.

Harika bir sesiniz var. Yazdığınız şarkı sözleri de etkileyici. Bunlar uluslararası bir pop star olmak için yeterli değil mi? danslarınız ve vücudunuzla cinselliğinizi ön plana çıkartıyor olmak sizi rahatsız etmiyor mu? Yoksa bunlar oyunun kuralı mı?
İltifatlarınıza teşekkürler. Başkasını bilemem ama ben, kuralını sevmediğim hiç bir oyunda rol almam. Dans etmek kendi tercihim. Ruhumdan kaynaklanıyor. Özetle, ticari kaygılarla değil, dans etmekten hoşlandığım için bunu yapıyorum. Sonuçta güzel şarkı söylemesem, şarkı sözlerim beğenilmese, sadece güzel dans ediyorum diye bu kadar ilgi gösterilmezdi!

Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez ile sıkı bir dostluğunuz var. Dünyadan soyutlanmış pop star çizgisinde görünmüyorsunuz pek. Ne yapıyorum, nereden geldim nereye gidiyorum şeklinde kendinizi sorguladığınız oluyor mu hiç?
Her zaman sorguluyorum. Bir başımıza yaşamıyoruz ki bu dünyada. Birçok yerde olaylar, savaşlar oluyor, acılar çekiliyor. Bunlara kayıtsız kalamayız. Ben de kendi konumumda elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Sözgelimi kısa bir süre önce Afrika’daki duruma dikkat çekmek için düzenlediğimiz Live Aid konserleri ses getirdi. Ama yetmez, daha çok şey yapmalıyız. Sorgulama meselesine dönersek. Sorgulamam bitecek gibi görünmüyor. Henüz net bir sonuca ulaşamadım (gülüyor).

Kardeşinizin ölümünden sonra ölüm duygusuna karşı bir takıntınız olmuştu. Bunu yenebildiniz mi? Ölüm fikri neden bu kadar korkutuyor, o da doğum kadar normal değil mi?
Hayır, bunu atlattım. Uzun sürdü; ama atlattım. Artık nekrofobik değilim. Zaten olsam da ölümden kaçış yok (gülüyor). Bunu kabullenmek ve hazırlanmak zorundayız, ölüm hayatın bir parçası.

Bu korkuyu yenmenizde Tanrı ile olan ilişkinizin etkisi oldu mu? Ara sıra dua eder misiniz mesela? Duanın korkuları yenmede etkili olduğu söylenir…
Evet, sık sık ederim. Ama Tanrı ile eskiden daha farklı bir ilişkim vardı… Nasıl desem; farklı bir şekilde dua ederdim. ‘Sen bana bunu ver, ben de böyle yapayım’ gibisinden. Sanki onla pazarlık yapıyormuşum gibi hissediyordum kendimi.

Pazarlık devam ediyor mu?
Hayır. Artık farklı düşünüyorum. Bir nevi tartışma gibi. Sürekli ‘bu ilişki nasıl olmalı’ diye sorguluyorum.

Ünlü olmanın muhakkak ki birçok getirisi var. Şöhret, para… Peki, ama bazen hiç bunaldığınız, alıp başınızı gitmek istediğiniz olmuyor mu? Mesela şu an kapıdaki bu hengâme sizi bunaltmıyor mu?
Bunaltmaz mı? Hem de nasıl! (Gülüyor). Hatta sık sık onlara, ‘Siz gidin otelinizde dinlenin, beni merak etmeyin, ben kafama göre takılırım.’ diyorum ama dinleyen yok tabii. Ne yazık ki özel hayatım bunların (parmağıyla biraz ileride bizi dinleyen menajeri ve basın danışmanını işaret ediyor gülerek) işgali altında! Ama bu da işin bir parçası. Başarımı bu ekibe borçluyum. Ama bir de madalyonun diğer yüzü var. Şöhret, sürekli kontrol ve baskı altında olmak insanın içinde yatan yaratıcılığı ya da kabiliyeti öldürüyor. Garip ama bazen şöhret, şöhretli kişinin en büyük düşmanı olabiliyor. İşte bu tür durumlarda, kısa süre de olsa, ortadan kaybolmak, kendimi beslemek istiyorum.

Şu an sizi şov dünyasında en çok rahatsız eden ne?
Basitlik… İlişkileri çok hızlı yaşıyoruz. Aslında sadece ilişkiler değil, dünya üzerindeki her şey çok hızlı gelişiyor ve yaşanıyor. Ben sadeliği özlüyorum. Galiba dünya olarak romantizmin altın çağına dönmemizde fayda var.

Baba tarafından Lübnan’a uzanıyor kökleriniz. Adınız da Arapçada ‘nazik, latif’ anlamına geliyor. Kendinizi en çok hangi kültüre yakın hissediyorsunuz? Arap mı, yoksa Latin mi?
Her ikisine de eşitim. Ama aslında tüm bu süreçten sonra kendimi dünya vatandaşı olarak da görüyorum. Bununla birlikte Kolombiya’ya dair vatanseverlik duyguları beslediğimi ifade etmek isterim. Ama kesinlikle milliyetçi değilim. Hatta milliyetçiliğin bir hastalık olduğunu düşünüyorum! Sürekli dünyayı geziyor, farklı kültürleri, insanları tanıyorum. Bunların hepsi beni zenginleştiriyor. Aynı zamanda Lübnanlı geçmişimle de gurur duyuyorum. Ama dediğim gibi, kendimi bir kokteyl gibi görüyorum. Böyle de olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu geniş bakış açısı, kişiliğimizi zenginleştirecektir.

Ve tabii ki sanat üretebilme gücünüzü de…
Kesinlikle katılıyorum. Başta da söylediğim gibi; farklı kültürler arasında köprü görevi yapmaya çalışıyorum. Aramızdaki farklılıkları izole etmek istiyorum. Bu, bir macera, heyecan verici bir rüya…

Kariyerinize nokta koyunca ne yapacaksınız? Bazı ünlülerin BM adına iyi niyet elçisi olarak çalıştığını biliyoruz. Böyle bir niyetiniz var mı?
Zaten şu anda ülkem Kolombiya’da engelli çocuklarla ilgili bir vakfımız var. Aynı zamanda UNICEF temsilcisiyim. Kariyerimle birlikte sosyal faaliyetleri de paralel götürmeye çalışıyorum ki, bunlarla desteklenmediği sürece, şöhretin basit bir pırıltıdan öteye gideceğini sanmıyorum. Kariyerimi noktalayınca da tamamen sosyal işlere kendimi adayacağım. Zira başta Latin Amerika olmak üzere, dünyada ihtiyaç sahibi birçok insan var, yapılacak çok iş var. Söz gelimi yakın zamanda Latin Amerika’ya yönelik olarak Live Aid türünden bir organizasyon gerçekleştirmeyi düşünüyorum. Fakirliğe karşı savaşta ön saflarda yer almak istiyorum ve bu konuda üzerime düşen ne varsa yapmaya hazırım. Dünyanın neresinde ihtiyaç sahibi biri varsa, ona elimizi uzatmak için elimizden geleni yapmalıyız. Sonuçta, bizi gerçekten insan kılan da bu, şöhret ya da starlık değil.

Fotoğraflar: Ana Maria Ortiz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder