2 Temmuz 2009 Perşembe

Kıymetli tarih yolcusu,

Bir yıl aradan sonra yine birlikteyiz. 2005 yılında çıktığımız tarih seferinin bir önceki durağı, hatırlayacağınız üzere, 2008 Mayıs’ında sizlerle buluşan Tarihi Değiştiren Kadınlar’dı. Bu kez masaya imparatorlukları yatırdık. Yaptıkları ve yapamadıkları ile gerçek anlamda içinde yaşadığımız dünyanın siyasi coğrafyasını şekillendiren imparatorlukları…
Neden imparatorluklar?
Öncelikle, İmparatorlukları da içermesi, adeta bu serinin kaderi olmuştu. Bugüne kadar askerleri, bu askerlerin yaptıkları savaşları, bu savaşların öncesinde ya da sonrasında dünyanın önde gelen liderlerinin yaptıkları devrim niteliğinde konuşmaları ve tarihin mihenk taşı olmuş olayları gündeme getirip de, tüm bunların odağındaki ‘iktidar arzusunun’ taşlaşmış hali olan imparatorlukları yazmamak olmazdı. Nihayetinde imparatorluklar için ‘savaşıldı’, konuşuldu’ . ‘Kadınlar’ imparatorlukların iplerini ele geçirmek için ter döktü. Bir şekilde tarihi değiştiren ‘olaylar’ın öznesi ya da nesnesi oldu imparatorluklar. Kitabın doğumuna neden olan diğer bir etmense, ülkemizde oldukça popüler olduğunu gözlemlediğim, tarihi tek bir aktörün gözünden anlatma eğilimi oldu. Mirasını devraldığımız Osmanlı, yerinde ve olması gerektiği gibi, gayet kaliteli çalışmalarla geniş kitlelere anlatıldı, anlatılıyor. Yine de resmin tamamını göremediğimizi düşünüyor, sürekli olarak Osmanlı’nın büyüklüğünden ve farkından bahsedilmesine rağmen, bu sıfatların, kime kıyasla, hangi düzlemde ve neden kullanıldığına dair yeteri kadar detaylı bir sunuma rastlamıyorum. Doğru, Osmanlı büyüktü. Ama hangi imparatorluğa göre büyüktü ya da hangi imparatorluktan farklıydı? Kısacası, Osmanlı’yı, tek kahramanın kendisi olduğu senaryosuz bir filmin içerisinden çıkarıp, iyisi ve kötüsüyle başka gerçek kahramanların da olduğu sağlam senaryolu bir filmde oynatmaya çalıştım. Kapkaranlık bir odada sizin ne kadar güzel olduğunuzun bir önemi yoktur sonuçta, biri gelip ışığı yakmadıkça… Öte yandan önemli bir varlık sebebi daha var bu kitabın; Türkiye adıyla vatan bildiğimiz ve ‘tek tipliğin’ adeta kutsandığı bu toprakların, aslında ne kadar inanılmaz zenginlikte bir tarihe sahip olduğunu göstermek. Malum, yıllardır, bu satırların yazarının da ter döktüğü medya piyasasında, bıkıp usanmadan, ‘Türkiye’nin Avrupa ile Asya arasında bir köprü’ olduğu teması işlendi, işleniyor. Oysa Türkiye köprü değil, merkezdir. Üzerinden basılıp bir yere geçilmez, olsa olsa köprülerden geçilerek Türkiye’ye gelinir. Evet, Türkiye, pek gündeme getirilmese de, bugüne dek, sadece bilinenler dikkate alındığında, on üç* büyük imparatorluğun ya merkezinde olmuş ya da bir parçasını oluşturmuştur! Bu ülkenin bu kadar dinamik, canlı, kozmopolit ve bazen bizleri bunaltsa da, kendine has büyüleyici bir kaotizme sahip olmasının sebebi de budur diye düşünüyorum. Uzun lafın kısası, işlediği konu itibarıyla ülkemiz açısından bir ilk olan bu kitap, Türkiye’nin seyir defteri olduğu kadar, ülkenin uzunca bir süredir mahkûm edilmeye çalışıldığı tek tipliğe dönük bir isyandır da.
İmparatorlukları nasıl seçtik?
Serinin diğer kitaplarında olduğu gibi, popülerlik, ya da daha açık bir dille söyler isek, günümüz bilgi trafiğinde referans olarak kullanılma sıklıkları, içerik belirlemedeki ilk kıstasımız oldu. Bunu, tarihi değiştirebilme güçleri izledi ki bu ikisi çoğu zaman örtüştüğü için, işimiz zor olmadı. Peki, hangi imparatorlukları neden seçtik, biraz da buna değinelim. İçinde imparatorluk bahsi geçen her yazı ya da sohbetin olmazsa olmaz referans noktası Roma, doğal olarak başrol oynadı. 'Üzerinde güneş batmayan' klişesi ile hafızalarımıza kazınmış olan ve bu sıfatı gerçek anlamda hak eden tek örnek olan İngiliz İmparatorluğu da olmazsa olmazlardandı. Diğer yandan, gece ile gündüz misali, dünyanın dört bir yanında dünyanın patronu olmak için İngilizleri kovalayan Fransız İmparatorluğu’nu da sayfalarımıza konuk ettik; Napolyon’u takip edip, imparatorluğunun hikâyesini İngilizlerinkiyle eş zamanlı işleyerek. İran'ın zengin medeniyetinin başlangıç noktası olan Pers İmparatorluğu'nu masaya yatırarak, bu 'uzaktaki' komşumuzu bir nebze olsun yakınlaştırmak istedik. İçinde yaşadığımız asrın süper güç namzedi Çin'in, sadece 'ucuz teknoloji'den ibaret olmadığını göstermenin ve 2 bin yıllık nefes kesen ve hareketli tarihine uzanmanın ilginç olacağını düşündük. Onlarca film ve kahramanlık destanına ilham kaynağı olmuş Büyük İskender’in ihtirasının sınırlarının nereye uzanabileceğini gösteren Makedon İmparatorluğu'nu sayfalarımıza taşıyarak, sizi de bu tutkunun destanına ortak etmek istedik. Roma'nın kaldığı yerden bayrağı alarak bin yıl daha taşıyan ve ülkemizin merkezinde olduğu coğrafyada derin izler bırakan Bizans'ın, fantastik çizgi roman kahramanı Kara Murat’ın maceralarına dekor ya da sadece Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesiyle önem kazanan bir kimlik olmanın ötesinde anlamlar taşıdığını hatırlatmak istedik. Ayakları sağlam yere basmayan ama ‘kutsal’ ve ‘Roma’ gibi iki fiyakalı etiketi asırlar boyu taşıyarak melez bir siyasi figür olarak Avrupa’da söz sahibi olan Kutsal Roma İmparatorluğu’nun kafa karıştıran hikâyesini irdeledik. İslam’ın filizlendirdiği devletlerin en önemlilerinden olan Emevi İmparatorluğu’nun fırtınalı tarihine uzanıp, sicil defterine bir göz attık. Dünya’yı titreten ve benzerlerinin aksine inanılmaz bir hızla büyüyerek, adeta bir tank gibi Avrupa topraklarını çiğneyip geçen Hun ve Moğol imparatorluklarının yarattığı dehşeti yansıtmanın yanı sıra, basıp geçtikleri diyarlarda bıraktıkları derin izlerin üzerindeki toz tabakasını kaldırmaya çalıştık. Bugün içinde yaşadığımız yüzyılın siyasi ve kültürel coğrafyasının belirlenmesinde önemli bir rol oynayan; ihtiraslı kâşifler ve maceraperestler denizcilerin ellerinde şekillen İspanyol ve Portekiz sömürge imparatorluklarının dünyayı nasıl akıl almaz bir şekilde paylaşıp, yağmaladıklarını resmettik. Topraklarının küçüklüğüne rağmen denizlerdeki rakip tanımaz gücüyle Hollanda İmparatorluğu’nun bu ikiliye nasıl kök söktürdüğünü, sömürüden nasıl pay kaptığının izlerini sürdük. Yaşadığımız yüzyılın imparatorluklarını da ihmal etmedik doğal olarak. Üstün ırka ulaşma saplantısıyla, halen bile insanın kanını donduran eylemlere imza atan ve Hitler ismini lanetliler listesine yazdıran Nazi İmparatorluğu’na ışık tutup; koskoca bir milletin iradesinin, tarihin gördüğü en büyük propaganda operasyonuyla nasıl olup da esir alındığını araştırdık. Yine, ‘sınıfsız bir toplum’ sloganıyla yola çıkıp, vatandaşlarına ‘eşit bir şekilde’ zulmeden ve yaşı otuz küsurlarda olanlarınızın son nefeslerine verişine tanık olduğu Komünist Sovyet İmparatorluğu’nun tempolu ve bir o kadar da ürküten seyir defterini sunduk. Sovyetlerle girdiği yarım asırlık hâkimiyet savaşından, günümüzün yaşayan son imparatorluğu olarak çıkmayı başaran Amerika’nın emperyal gelişimine ışık tutup, Amerika’yı süper güç yapan felsefeyi dillendirmeye çalıştık.
Ve tabii ki bizi en yakından ilgilendireni, tarihe bakışımızın mihenk noktası olan Osmanlı İmparatorluğu’nun hikâyesini anlattık; nasıl yükseldiğinden ziyade neden çöktüğüyle ilgilenerek, mümkün olduğu kadar hamasetten uzak ve soğukkanlı bir dille. Zira tarih, ne ‘göğüslerimizi şişirmek’ için kullanabileceğimiz bir körük, ne de bir başka millete ya da geçmişine duyulan ‘nefretin’ değirmenine sutaşıma vesilesidir.
Kolay olmadı…
Zor bir çalışma olduğunu itiraf etmeliyim. Marmara Üniversitesi Uluslararası ilişkiler mezunu olan değerli editörüm Neval Akbıyık’ın bu zorlu süreçteki hakkını teslim etmem gerek. Yaklaşık bir yıla yayılan çalışmamızda, sabrı, dikkati ve yerinde yönlendirmeleriyle elinizdeki kitabın şekillenmesinde önemli bir rol üstlendi. Yine aynı şekilde, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü mezunu gazeteci meslektaşım İbrahim Varlık, araştırmaları ve danışmanlığıyla, ciddi bir rol oynadı okuyacağınız satırların oluşmasında. Ve ayrıca, kitabın muhtelif sayfalarında fikirleri ve tespitleriyle tanışacağınız, dünyanın değişik üniversitelerinden tarih profesörleri ve benzer konularda kalem oynatan yazarlara teşekkürü bir borç bilirim.
Serinin belki de en hacimlisi olan bu kitapta, yerimizin dar olması nedeniyle, başta Selçuklu olmak üzere, Abbasi, Sümer, Asur, Aztek ve Japon imparatorlukları gibi, onlarcasını elemek durumunda kaldığımızı hatırlatmak isterim. Şüphesiz ki bu onların değer ve öneminden bir şey eksiltmez. Dilerim, zorunlu olarak ilk buluşmamızda aramızda olamayan tarihin bu önemli aktörleriyle serinin devamında bir araya gelebiliriz. Ve son olarak, kitabı okurken, sunduğumuz haritaların yanı sıra, elinizin altında bir dünya haritası ya da bir küre bulundurmanızın ilginç olacağını düşünüyorum. Zira özellikle deniz gücüyle tarihi şekillendiren sömürge imparatorluklarının, nerelerden kalkıp, dünyanın hangi köşelerine dek uzanabildiğini görünce şaşıracak, içinde yaşadığımız yüzyılın ‘siyasi fotoğrafını’ daha net görebileceksiniz…
Bir sonraki durakta buluşabilmek dileğiyle.

* Türkiye toprakları, bugüne kadar Sümer İmparatorluğu (MÖ 2000-MÖ 612), Asur İmparatorluğu (MÖ 559-MÖ 331), Pers İmparatorluğu (MÖ 559-MÖ 331), Atina İmparatorluğu (MÖ 500-MÖ 400), Makedon İmparatorluğu (MÖ 336-MÖ 323), Avrupa Hun İmparatorluğu (370–469), Roma İmparatorluğu (MÖ 753-MS 476), Bizans İmparatorluğu (330–1453), Emevi İmparatorluğu (633–750), Abbasi İmparatorluğu (750–1258), Selçuklu İmparatorluğu (1037–1157), Moğol İmparatorluğu (1206–94) ve Osmanlı İmparatorluğu (1300–1922) gibi tarihin önemli aktörlerinin ya merkezi ya da bir parçası olmuştur. Bunların bazıları eş zamanlı olarak Türkiye topraklarının değişik bölgelerinde hüküm sürmüşlerdi.

Ali Çimen
New York, Haziran 2009


Bir önceki sayfaya dönmek için tıklayınız
Ana menüye dönmek için tıklayınız

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder