Biz doğulular, batı medeniyetine ömür biçmeyi pek bir severiz. Özellikle Türkiye'deki yaygın söylem, "Abicim adamlar bitmiş, insanlık ölmüş, bunların çöküşü yakındır!" kıvamında sürüp gider. Çoktan çökmüş bir medeniyetin varisleri, kesif sigara dumanıyla kaplı kahve köşelerinde, hakim gücün ölüm tarihine yönelik fallar açmaya bayılır…
Lakin doğrudur, Batı, özellikle insani planda çözülme sürecine girmiştir, bunu kendileri de kabul eder haddi zatında. Ve belki de bu yüzden, en iyi olduğu alanda, bilim-fen sahasındaki hakimiyet koşusunu dört nala sürdürüyor; mezarlıktan geçerken ıslık çalan adamın ruh haleti içersinde. Yine de çöküş mukadder. Zira Batı olarak isimlendirdiğimiz bu hakim güç, bilim teknoloji alanında, yaratanın emirleri doğrultusunda kafa yormaya devam ederken, bir başka emrini kulak ardı edip, 'insani olanla' göbek bağını kesmiş ve de bu durumu içine sindirmiş görünüyor. Bu girizgahı neden yaptım derseniz, sadede geleyim. Geçtiğimiz hafta sonu Hannover'de biten CEBIT İletişim fuarının havasını soluduk. Elin oğlu, almış başını gitmiş. Saç teline varıncaya kadar gösteren yüksek çözünürlüklü televizyonlardan, bir zamanlar uzay yolu benzeri dizilerin senaristlerinin hayal gücünü gölgede bırakacak özelliklere sahip cep telefonlarına varıncaya kadar, akla ne geliyor ya da gelmiyorsa… CEBIT, bir bakıma, bugünkü hakim medeniyetin showroom'u; teknoloji parlak, keyifler gıcır, tüketim had safhada. Ne kadar üretim, o kadar tüketim, eşittir; mutlu kitleler. Lakin bir sorun var. Bu mutlu, yüzü gülen kitleler, nedense dünya haritasının genellikle kuzey ve batı alanlarında odaklanmış; "Geri kalanların canı cıksın!" zihniyeti, pis pis sırıtıyor. Batının payına refah ve teknoloji, Doğununkine ise, intihar saldırıları, terör, diktatörler, fakirlik ve açlık düşüyor. Ve acı olan şu ki, tok, açın halinden anlamadığı gibi, batı da, doğulunun, kendisini bombayla havaya uçurmasını, genlerindeki bozukluk (!) ya da kültüründeki yozlaşmayla açıklamaya çalışıyor, bir de buna kendisini inandırıyor. Keşke ay yüzeyine devasa bir megafon yerleştirsek de, dünyanın zenginlerine seslenebilsek: "Kendinizi kandırmayın beyler! Bu denklem bozulmadıkça, yerküre huzur bulmayacak!"
Yazının başındaki 'içine sindirme' meselesine dönelim. Hollanda kanallarından birinde, genç mucitlerle ilgili, takdire şayan bir program izliyorum. Mini rüzgar santraliyle cep telefonu şarj eden bir genç çıkıyor, bravo diyoruz. Ardından takdire şayan bir başkası. Ve finalde de bir başka genç. O da ne? Bozulmuş yiyeceklerdeki canlı kurtçukları topluyor, yıkıyor, süzgeçten geçiriyor, fırında kızartıp, kurutulmuş meyve özleriyle, çiğköfte misali yoğurup, bu karışımdan kurabiye yapıyor! "Dur bakalım işin sonu nereye varacak diyoruz?" Program sunucusu ve kurtlu kurabiyenin mucidi, kurabiyelerle sokağa çıkıp, millete tattırıyorlar bu 'icadı'. Yorumlar olumlu, tadı yerindeymiş. Neyse efendim, ne diyor biliyor musunuz bu genç mucit? "Bu kurabiyeyi, Afrika'daki açlık çeken ülkeler için yaptım. Oralarda kuraklıktan dolayı bir sürü böcek türü var. Belki o böcekleri bu şekilde değerlendirebilirler." Sunucu da gayet mağrur bir şekilde onaylıyor genç mucidi. Vicdanlar rahat. Eee boru değil yani, Afrika'daki açlığa sorun bulundu…
Allah müstahakınızı versin emi! Açlara börtü böcek yiyebilirsiniz demenin ayıbı, gafı bir yana, bu durumdan 'Açlık sefalet bu adamların kaderi. Ama bakın biz duyarlı batılılar bu işe de kafa yoruyoruz" türünden bir normalleştirme çıkarmak, insanlığın gidişatı açısından kahredici bir durum… İslam peygamberi ise noktayı asırlar önce koymuş: "Komşusu açken, kendisi tok olan bizden değildir." Siz isterseniz buradaki 'biz'i, 'insan' olarak da algılayabilirsiniz... ve yazının finali, yine bir Hollanda dergisinin kapağından: "Eğer tüm İnsanlar, ortalama bir Hollandalı kadar tüketim yapsa, insanoğluna iki dünya bile yetmez!"
12 Mart 2008, Çarşamba, Zaman Avrupa
Yazının orijinal linki için tıklayınız
Bir önceki menüye dönmek için tıklayınız
Ana menüye dönmek için tıklayınız
21 Haziran 2009 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder